Düşünüyorum ve; rahatsız olduğumuz ağrılarımızı, acılarımızı, hislerimizde büyütüp küçültmek bizim elimizde kanaatine varıyorum.
Melankoli olmak, içimizi sıkıştıracak bütün acıları elimizin tersi ile itmek, avuç topraklarımızı her gün dert büyütmek için sulama mevzusu…
Elimizin tersi ile itmek, sürtmek ellerimizin içini birbirine. Sadece bizim elimizde.
Öyle insanlarız ki, küçük bir acı hissimizde ona vasıf yükleyip “acı çekiyorum” diyerek ayağımıza bu prangayı vuruyoruz işte.
Kaçmıyoruz,ama dert bitmiyor diye üzülüyoruz. Onu seviyoruz sayıyoruz. Başımızın üstünde, yastık altında ona yer veriyoruz. Hatta bence artık ona alışıyoruz.
Sonra yakınıyoruz ahh kötüyüm diye.
Halbuki fail biziz. Onu biz büyütmüşüz bi de gitsin istemişiz..
Müzikler, kitaplar hatta gökyüzünden akan yağmura bile üzerimize sinen acıyı büyütebilmek için bir anlam yüklüyoruz.
Böyle anlarda öyle kitaplar okuyoruz ki,kitap kelimeleri kalk kendini camdan at diyen türden.
Boş bakıyoruz duvarlara. Anlatmıyoruz insanlara. Sahi anlatacak birşey var mı?İşte onu bizde bilmiyoruz.Acımızı büyütmeye yarayacak her ne varsa onu uyguluyoruz sadece.
Aslında burnumuzun ucunda kaçış yolu.
Anlam yüklememek. Derdimizi infilak ettirmek.
Yani diyorum ki, acımızı yok edip etmemek madem bizim elimizde,ve madem bu kadar rahatsızız neden buhranımızdan arınmak için yağmurun altına koşmuyoruz ki?
Boş ve dünyevî ağrılara merhem aramak yerine ağrıyı izâle etmek gerekmez mi?
Ya da hepsini itip, derdi sermaye görerek İsmet Özel’in “acı çekmek ruhun fiyakasıdır” sözüyle acımızı da sevsek. Rahatsız olmadan içimize çeksek dertleri.
Gerçekten gereksiz ve dünyevi bir dertse neden dert diyelim? Onu zaten uçurmamız gerekir değil mi? Bizi kemirmeyecek şekilde derdimizle “Dost” olabiliriz belki..
Yemeden yutmadan bizi.. İlacı,sargıyı,kremi çöpe atıp sadece tevekkülü ve sadece duayı yaraya sürsek…
İşimize yarar ve hayat daha yaşanabilir hale gelmez mi belki?
Ne dersiniz..